mektub_034
34 OTUZDÖRDÜNCÜ MEKTÛB
Bu mektûb, molla hâcı Muhammed Lâhorîye yazılmıştır. Âlem-i emirdeki beş cevheri uzun ve açık bildirmektedir:
İki cihân saadetine kavuşmak, ancak, dünya ve âhıretin en yükseğine uymakla ele geçebilir. Filozoflar, islâmiyetin sahibine uymadıkları, kalb gözlerini Ona uymak sürmesi ile parlatmadıkları için, âlem-i emirden haberleri bile yoktur. Nerede kaldı ki, Allahü teâlânın zâtına ve sıfatlarına erişebilsinler. Onların kısa görüşleri, ancak âlem-i halka yetişebiliyor. Bunu bile iyi göremiyorlar.
[Allahü teâlânın yarattığı şeylerin hepsine birden (Âlem) denir. Çünkü, herşey Onun varlığını ve sıfatlarını gösteren, birer alâmettir, işarettir. Âlem ikiye ayrılır: 1- (Âlem-i halk). Madde ve ölçü bulunan şeylerdir. Arşın içinde bulunan herşey, canlılar, yer, gökler, Cennet, Cehennem, melekler, tabîat kuvvetleri, hep âlem-i halktır. Bu âleme (Âlem-i şehâdet) ve (Âlem-i mülk) de denir. Halk, ölçmek de demektir. 2- (Âlem-i emr). Ol emri ile, bir ânda yaratılan, Arşın dışındaki şeylerdir ki, maddesiz, zamansız, ölçüsüzdürler. Bu âleme (Âlem-i melekût) ve (Âlem-i ervâh) da denir].
Beş cevher dedikleri şeyin hepsi, âlem-i halktandır.
[(Cevher), felsefe dilinde, mahiyet, asl, öz demektir. Kendi kendine bulunan şeydir. Bugünkü anlayışımızla madde, bir cevherdir. (Âraz), sıfat demektir. Âraz, cevher üzerinde bulunur. Yalnız başına bulunmaz. Çok sayıda kitapları bulunan, büyük islâm âlimi, seyyid şerif Ali bin Muhammed Cürcânî (Tarifât) kitabında buyuruyor ki, (Felsefecilere göre, beş cevher: Heyûlâ, sûret, cism, nefis ve akıldır. Çünkü var olan şey, yâ maddedir veya madde değildir. Yâni, mücerreddir. Yâni, bir maddeye yer olmaz ve kendisi başka bir maddeye yerleşmez. Mücerred olan cevher, akıl ve nefstir. Mücerred olmıyan, madde dedikleri cevher, mürekkeb [bileşik] ise, cism denir. Mürekkeb değilse, başka cevhere yerleşmiş ise sûret denir. Başka cevhere mahal olmuş ise heyûlâ denir)].
Nefse ve akla mücerredâttandır, demeleri, bunları tanımadıkları içindir. Nefis veya nefs-i nâtıka dedikleri cevher, nefs-i emmâredir. Nefs-i emmâreyi temizlemek lâzımdır. Çünkü, hep kötülük, aşağılık ister. Bunun âlem-i emirde ne işi var. Mücerred olmak nesine gerek. Akıl da, ancak his uzvları ile anlaşılan şeyleri ölçebilir. His edilmiyen ve his olunanlara benzemiyen şeyleri kavrayamaz. Böyle şeyler, akıl ile anlaşılamaz. Bundan dolayı, âlem-i emri anlıyamaz. O hâlde akıl da, âlem-i emirden değildir. Yâni mücerredâttan olamaz.
Âlem-i emrin birinci basamağı (kalb)dir. [Kalb, göğüsteki et parçası değildir. Buna yürek denir. Kalb, bu yüreğe alâkası, ilgisi bulunan, maddesiz, yersiz bir kuvvettir. Kalbin, yürekte bulunması, elektriğin ampulde bulunmasına benzer. Elektrik ampulde bulunur. Fakat, görünmez, his olunmaz. Varlığı, eseri ile meselâ ampuldeki ince teli ısıtarak, telin ışık vermesi ile anlaşılır.] İkinci mertebesi (Ruh)dur. Ruhun üstü, (Sır) mertebesidir. Sırrın üstü, (Hafî), hafînin üstü (Ahfâ) mertebesidir. Bu beşine, (Beş cevher) denirse, yeri vardır. İşin özünü göremediklerinden, saksı parçalarını cevher sanmışlar.
Âlem-i emrin bu beş cevherini anlamak ve bunlar üzerinde bilgi edinmek ancak, Muhammed Resûlullahın izinde gidenlerin büyüklerine nasip olmuştur.
İnsana, (Âlem-i sagîr) [küçük âlem] denir. İnsandan başka mahlûkların hepsine, (Âlem-i kebîr) [büyük âlem] denir. Âlem-i kebîrde bulunan herşeyin, Âlem-i sagîrde bir nümûnesi, benzeri vardır. İnsandaki beş cevher de, birer nümûnedir. Bunların Âlem-i kebîrde aslları vardır. Âlem-i kebîrdeki o beş cevherin birincisi Arştır. Yâni insandaki kalbin, Âlem-i kebîrdeki aslı, Arştır. Bunun için, kalbin bir ismi (Arşullah)dır. O beş cevherin, diğer dördü, hep Arşın üstündedir. Kalb, Âlem-i sagîrdeki Âlem-i halk ile, Âlem-i emir arasında ortak bir geçid olduğu gibi, Arş da, Âlem-i kebîrdeki, Âlem-i halk ile Âlem-i emir arasında bir geçiddir. Kalb ile Arş, Âlem-i halkta bulunuyor ise de, Âlem-i emrdendirler. Bu beş cevheri iyice anlamak, ancak tasavvuf yolundaki mertebeleri [konakları] etraflıca ve tamamen geçip, nihâyete varan, Evliyânın büyüklerine nasip olur. Beyt:
Her zevallı merd-i meydan olamaz;
Sivri sinek de Süleymân olamaz.
Allahü teâlânın lütfü, ihsânı, bahtiyâr bir insana yetişip de, kalb gözü açılıp, vücûb mertebeleri gösterilirse, Âlem-i kebîrdeki, bu beş cevherin mukaddes asllarını da, orada görür ve Âlem-i sagîr ve kebîrdeki cevherlerin, bunların nümûneleri, sûretleri olduğunu anlar. Mısra':
Bu büyük devleti bugün kime verirler.
Bu, öyle büyük bir nîmettir ki, Allahü teâlâ, dilediği, seçtiği kimseye ihsân eder.
Âlem-i emir bilgilerini anlatmak yasak edilmiştir. Çünkü, çok ince bilgilerdir. Dinleyenler yanlış anlar. Sûre-i İsrâ, seksenbeşinci âyetinde meâlen, (Sizlere, ilimden pek az verildi) buyuruldu. Burada bildirilen ilim ile şereflenen, râsih âlimler, perde arkasını seyr etmektedirler. Mısra':
Nîmet sahiplerine nîmetler âfiyet olsun.
Fârisî beyt tercümesi:
Perde ardındaki esrârı açmak, uygun değildir,
Yoksa, rindler meclisinde, verilmiyecek haber yoktur.
Mukaddes cevherlerin birincisi, Allahü teâlânın izâfî sıfatlarındandır. Bu sıfatlar, vücûb ile imkân arasında geçid gibidir. [(Vücûb), Allahü teâlânın ve sekiz hakîkî sıfatının mertebesidir. (İmkân) da mahlûkların mertebesidir.] İkinci cevher, hakîkî sıfatlardır. İzâfî sıfatlar, kalbe, hakîkî sıfatlar, ruha tecellî eder. Hakîkî sıfatların üstünde bulunan üç cevher, Zat-i ilâhî mertebesindedir. Bu üç mertebenin tecellîlerine, (Tecelliyât-i Zatiyye) derler. Bundan fazla yazmak faydalı olmaz. Fârisî mısra' tercümesi:
Kalem buraya gelince ucu kırıldı.
Allahü teâlâ size ve hidâyete kavuşanlara ve Muhammed Mustafâya tâbi olanlara selâmet versin!
Her ne varsa güzel, Onu anmaktan başka,
Hepsi câna zehirdir, şeker dahî olsa!